Patton Normandiya Çıkarması’ndan evvel gizlice İngiltere’ye, askerlerinin yanına gitmiş ve onlara konuşma yapmıştı. Çoğu tecrübesiz olan bu askerlerin akıllarından geçen korkulara değinmişti. Amacı, savaşta hırpalanmalarından evvel laflarıyla askerlerini biraz da olsa hırpalayarak yüreklendirmekti. Bunu ağzı bozuk laflarıyla askerin aklına girerek başarmıştı.
Patton’ın yeğeni General’e “neden bu kadar müstehcen dil kullandığını” sorduğunda “Askerlerimin aklına önemli bir şeyi sokmak istediğimde, bunu halletmenin en çabuk yolu, iki kat ağzı bozuk konuşmamdır. Öğle çayındaki birkaç cici hanım teyzenin kulağına hoş gelmeyebilir ama erlerimin aklına girmekte bunun yararı dokunmakta. Bir orduda ağzı bozuk olmadan işler yürütülmez ve sövmek etkisini gösterir,” demişti.
Uyarı: Talebe bağlı olarak tercüme içinde geçen küfürler sansürsüz yazılmış olsa da, bu kısımlar beyaz zemine beyaz renkle yazılmıştır.
Oturun!
Beyler, Amerika’nın savaşa girmek ve savaşmak istemediği şeklindeki lakırdıları zırvadan ibaret! Gelenekseldir, Amerikalılar savaşı sever. Tüm özbeöz Amerikalılar şiddeti ve savaşta çarpışmayı sever. Sizler veletken en iyi bilye atana, en hızlı koşucuya, en efsane topçuya ve en çetin boksöre hayrandınız. Amerika galip geleni sever, kaybedeni hazmetmez. Amerikalılar kazanmaya oynar. Kaybetme düşüncesi bile Amerikalıları tiksindirir. Bu sebeple Amerika hiçbir savaşı kaybetmedi ve asla kaybetmeyecek. Bir erkeğin çekişmeden haz alabileceği en mühim yer savaştır. Bu tüm en iyilerle aşağılıkları gün yüzüne çıkarır.
Hepiniz değil, bugün burada bulunan yalnızca yüzde ikiniz büyük bir savaşta nalları dikeceksiniz. Ölümden korkulmamalı. Vaktiyle ölüm hepimize uğrayacak. Ayrıca her erkek ilk savaşında korkar. Korkmuyorum diyen, Allah’ın cezası bir palavracıdır. Hakiki kahraman, korktuğu halde savaşandır. Ateş altına kimi bir dakikada kimi bir saatte korkusunu ardında bırakır. Bazısının bunu atlatması günler alsa da gerçek bir erkek onurundan, görev bilincinden, ülkesi ve yiğitliğinden ödün verip de ölüm korkusuna asla mahal vermez.
Tüm ordu eğitiminiz boyunca boktan diye car car ettiğiniz talimlerin bir amacı vardı. Tüm bunlar emirlere derhal uyup her daim tetikte olmayı size aşılamak adınaydı. Bunun her askere verilmesi gerekmektedir. Her daim pür dikkat kesilmeyen askeri ne sikim yapayım. Gel gör ki talimler hepinizi deneyimli birer asker yaptı. Artık hazırsınız! Nefes almaya devam etmek isteyen herkes, her daim ayık olacak. Olmadığı takdirde, orospu çocuğu bir Alman sinsice yamacınıza gelip içi bok dolu çorabıyla gebertene dek ağzınıza sıçar. Sicilya’da askerin teki görevi esnasında uyudu diye temizinden dört yüz kadar cenaze var, var da Alman cenazesi var. Çünkü gevşek puştu komutanı uyurken yakalayamadan biz yakaladık!
Ordu ekiptir. Ordu, ekip olarak yaşar, uyur, savaşır ve tıkınır. Başlı başına kahraman zırvalarına etmişim. The Saturday Evening Post için bu tür şeyleri yazan huysuz lavukların ateş altında sahiden savaşmak ne demek, bir sik bildiği yok. İyisinden besini ve de teçhizatı olan; dünyadaki en şevkli ve birinci sınıf heriflerinden mürekkep bir ekibiz biz! Satmışım anasını, haline yandığım karşımızdaki zavallı piç kurularının vay haline.
Her gerçek kahraman öykü kitaplarından çıkma savaşçılar gibi olmaz! Ordudaki her Allah’ın askerinin mühim bir rolü vardır. Herkesin yapılacak bir görevi vardır ve onu gerçekleştirmelidir. Her asker görevini yapmalı! Sakın ola görevinizi lüzumsuz görmeyin. Her kamyon şoförü kafasının üstünden vızır vızır geçen mermi seslerinden haz etmediğinden beti benzi atıp, apar topar kendisini dibindeki hendeğe atsa ne olurdu? Her asker “Ne de olsa binlercesinden biriyim. Ruhları duymaz,” diye düşünse ne olurdu? Ne hale düşerdik? Ülkemiz, sevdiklerimiz, evlerimiz ve hatta dünya ne alemde olurdu? Aman, şükür ki Amerikalılar bunların lafını etmez. Herkes işine bakar. Her görev mühimdir. Ordudonatım askerlerinin mühimmat, levazımcılar da bizlere yiyecek ve giyecek tedarik edecek! Neden mi? Çünkü, gideceğimiz siktimin yerinde cepleyecek pek de bir halt yok. Yemekhanedeki aklının ucuna gelebilecek en son herifin, hatta cırcır olmayasınız diye suyu kaynatan herifin dahi yaptığı bir vazife vardır.
Bireysel hareket edemezsin! Aklın yanın başında savaşan arkadaşında olacak! Orduda benzi atmış ödlekler istemiyoruz. Bunlar sinek gibi gebertilmeli. Gebermezse savaşın ardından evine dönen bu Allah’ın cezası ödlekler üreyip daha çok ödlek yavrular. Yiğit askerse cesur herifler yetiştirir. Allah’ın cezası ödlekleri gebertin ki cesur heriflerle dolu bir halkımız olsun.
Afrika Harekâtı’nda gördüğüm en cesur heriflerden biri, Tunus’a ilerlediğimiz esnada, tepemizden kurşun yağarken bir telgraf direğinin tepesinde duruyordu. Yukarı bakıp, ne halt yediğini sorduğumda “Teli düzeltiyorum ya komutanım,” dedi bana. “Yukarıda durmak az da olsa tehlikeli sayılmaz mı?” dediğimde “Eh, bu bela telin onarılması gerek komutanım,” dedi. “Şu tepemizden geçen uçaklar rahatını kaçırmıyor mu bâre?” diye sorunca “Yok ama emin olun o azabı bana aratmıyorsunuz,” demişti. İşte o herif gerçek bir askerdi. Tam bir erkekti. Bütün varını görevine adamış, ne denli saçma, görünürde ne denli manasız olsa da görevini anında yerine getirmişti.
Ah bi’ de Gabès yolundaki kamyonları görecektiniz. Şoförleri harikaydı. Gece gündüz demeden ağır ağır, sağda solda patlayan toplara aldanmadan sikik yollarda, asla durmayıp yollarından şaşmadılar. Konvoydakilerden çoğu kırk saatten fazla direksiyon sallıyordu. Hey gidi Amerikan yüreğimiz be! Bunlar savaşçı erler değilse de vazifesini yerine getiren askerlerdi. Onlar da takımdandı. Onlarsız savaş kaybedilmiş olurdu.
Elbette hepimiz evimize dönmek istiyoruz. Bu savaş bitsin istiyoruz. Ancak savaş, yan gelip yatarak kazanılmaz. Savaşı başlatan piçlerin hakkından gelmek bu işi bitirmenin en hızlı yolu. Bu işi halledilip bu şamatadan çekip gitmek ve o mor sidikli Japonların icabına bakmayı istiyoruz! Ne kadar hızlı haklarından gelirsek o kadar çabuk eve döneriz. Eve giden en kestirme yolsa Berlin ve Tokyo’dan geçiyor. Anlayacağınız yola devam. Berlin’e girdiğimizde de o düzenbaz orospu çocuğu Hitler’i bizzat çekip ben vuracağım.
Herifin teki gün boyu bombanın açtığı çukura tünerse, eninde sonunda Hans gelip yakasına yapışır. Ne halt yerse yesin. Benim askerlerim siper kazmaz. Siperler yalnızca hücumu yavaşlatmakla kalır. Daima ileri gidin. Bu savaşı kazanacağız ancak, bunu yalnızca çarpışarak ve de onlarda olup olabileceğinden daha büyük götümüz olduğunu göstererek kazanacağız. O puştları vurmakla kalmayıp, canlı canlı bağırsaklarını döküp ecelleri olacağız, tanklarımızla üstlerinden geçip paletlerimizi yağlayacağız.
Kiminiz, ateş altında tavuk çıkıveririp vermeyeceği merakında. Endişelenmeyin. Emin olun hepinizin görevinizi layığıyla yapacaksınız. Savaş elinizi kana bulayacağınız, ucunda ölüm olan bir meşakkat. Düşmanımız Naziler. Onlara girişin. Kanlarını dökün yoksa sizinkini dökerler. Bağırsaklarını deşin. Karınlarını yarın. Toplar dört bir yanınızda patlayıp, yüzünüze gelen toz-toprağı sileyim derken aslında gelen şeyin can dostunuzun kanıyla karışık bağırsağı olduğunu anladığınızda yapmanız gerekeni anlarsınız.
“Mevki aldım,” diyen bildiriler istemiyorum. Bir boku beklediğimiz yok ya. Hep ileri gideceğiz, alacağımız tek mevki düşmanın taşakları olur. Harekat planımız ilerlemekten geçiyor yani yolunuza bakın. Kanalizasyon borusundan geçen bok gibi biz de düşmanınkinden öyle geçeceğiz!
Askerlerimizi bayağı zorladığımıza dair bazı şikayetler gelecek. Bu şikayetler sikime bile takmam. Dökülecek tek bir damla ter ile litrelerce kanın dökülmesi engellenebilir. Ne kadar götümüzü sıkarsak o kadar Alman gebertiriz. Ne kadar Alman gebertirsek bizim askerimiz o kadar az vurulur. Götünü sıkmak demek o kadar az zayiat demek! Aklınıza sokun!
Benim askerim zaptedilmez. Vurulmadığı müddetçe emrimdeki hiçbir askerin ele geçirildiğini duymak istemiyorum. Vurulsanız dahi savaşabilirisiniz. İş olsun diye söylemiyorum he. Göğsüne dayanmış Luger’ı elinin tersiyle kenara iterken öbür eliyle miğferini çıkarıp Hans’ın kafasına vura vura patlatan Libya’daki teğmen gibi adamlar olmanızı istiyorum sizden. Herif, akabinde silahı kapıp diğer Alman’ı da gebertmişti. Üstelik tüm bunları yaptığı esnada ciğerinde bir kurşun vardı. Askere bakın be!
Unutmayın, burada olduğumdan haberiniz yok. Hiçbir mektupta tek kelime dahi bunun lafı edilmeyecek. Başıma ne geldiğini kimsenin ruhu duymayacak. Neymiş bu orduyu idare etmemem, İngiltere’de dahi gitmemem gerekiyormuş. Bırakalım, bunu öğrenecek ilk piç kuruları Allah’ın cezası Almanlar olsun. Gün geldiğinde, altına ettiği arka bacaklarının üstünde dururken “Ehh, yine mi bu Allah’ın cezası 3. Ordu ve onun orospu çocuğu Patton’ı!” diye köpek gibi inlemelerini istiyorum.
Tüm bunlar bitip de evinize tekrar döndüğünüzde söyleyebileceğiniz mühim bir şey var beyler. Bundan otuz sene sonra, şöminenin karşısına geçmiş kucağınızda torununuzla oturmuşken, size “O büyük İkinci Dünya Savaşı’nda ne yaptın,” diye sorduğu vakit öksürüp de “Şey, deden Louisiana’da bok kürekledi” deme mecburiyetinde kalmayacağınız. Hayır efendim, gözünün içine bakıp “Evladım, deden Üçüncü Ordu ve kodumun belası George Patton diye bir herifle at koşturdu,” diyebileceksiniz!
Pekala sizi gidi orospu çocukları, dediklerimi kaptınız. Sizin gibi harika heriflerle zaman ve mekan fark etmeksizin birlikte savaşa girmek benim için onurdur. O kadar.
İngilizce Aslından Çeviren:
Bartu ŞİMŞEK
Kaynaklar ve Notlar:
Hans, Alman askerine verilen isimdi.
Patton’ın bu konuşması kayıt alınmamıştır. Sonraları bu konuşmayı yazıya döken kimselerden istifade edilerek bu hali çıkarılmıştır. Yazılanları okuduğumuzda ufak tefek sıralama ve kelime değişiklikleri dışında büyük bir farklılık yoktur. İstifade edilen kaynaklar:
- Gilbert R. Cook (Cook Papers, Dwight D. Eisenhower Library, Abilene, Kansas)
- Hobart R. Gay (Hobart R. Gay Papers, United States Military Academy Library, West Point)
- Lynn A. Hoppe (Patton Papers, Library of Congress, Washington, D.C.)
- Theodore J. Krokus (Patton Papers)
- Joshua Miner (Oral History Research Office, Columbiya Üniversitesi Kütüphanesi, New York)
- Neil H. Shreve (XII Corps Third Army unit history, U.S. National Archives, Washington, D.C.)
Derlemesi için genel hat olarak kullanılan kaynak: Terry Brighton “Patton, Montgomery, Rommel: Masters of War” sf. 260-264