İlk Osmanlı hükümdarlarının imgesi, kendilerinden çok daha sonra yaşamış olan tarihçiler tarafından şekillendirilmiştir. Genel itibariyle “sürekli gaza yapan gazi hükümdar” tipleri işlense de bunun sahihliği hâlâ tartışma konusudur. İlk Osmanlılar hakkında gazi-gaza tartışmaları[1] süredursun, onların halefleri gaziliği çoktan kabullenmiş ve yeni imgeler oluşturmaya başlamışlardı. Bu imgeleri oluşturmak adına unvanlardan, merasimlerden, düğünlerden hatta mimariden dahi yararlanmışlıkları vakiydi.
Gülru Necipoğlu “Topkapı” isimli eserinde sarayın padişahın imajını yansıttığından bahseder. Aslında şimdiki haliyle Topkapı Sarayı büyüleyici bir yapı olarak görülmüyor olsa da kendi döneminde yerli ve yabancı müelliflerin çokça övgüsünü aldığı bir yapıydı.[2] Sarayın en ince ayrıntısına kadar belirlenmiş teşrifat kuralları Necipoğlu’nun ifadesiyle “Uyruklar, devlet erkanı ve elçiler karşısında sultanın yüceltilmiş konumunu vurguluyordu.”[3] Sultanların birbirlerine güç gösterisi yapmak için düğünlerden, törenlerden, merasimlerden faylanıyordu.[4] Bunlar fiziki etkenlerdi, bir de Osmanlı padişahlarının oluşturdukları imgeler vardı. Mesela Fatih, kayser olduğunu söyleyip Roma İmparatorluğu’nun varisi olduğunu iddia etmişti. Yavuz ise halifelik makamının ve kutsal toprakların koruyucusu olduğunu söylemişti. Kanuni ise bunlara benzer fakat farklı imgeler oluşturacaktı.
Safeviler 16. yüzyılın başında güçlü Şii devleti olarak ortaya çıktıklarından beri Osmanlılar Sünni tavırlarını daha çok vurguladılar. Safeviler’in faaliyetlerine karşı Osmanlılar 1514 yılında Çaldıran’da cevap verdiler fakat bu onlar için yeterli olmamıştı. Çünkü Safeviler’in faaliyetleri sınırda birçok kişinin mezhep değiştirmesine yol açıyordu. Bu yüzden Osmanlılar, Safeviler’in dini hareketlerinin haksızlığını dillendirmesi gerekiyordu.
Hamza Sarı Görez, Yavuz’un İran seferlerini meşru gösterebilmek için uzun açıklamalar yapmış, Safeviler’in “Şeriatı, dini ve Kur’an’ı hakir gören” kişiler olduğunu söylemiştir. Daha sonra Kanuni döneminde Kemalpaşazade ve Ebussuud “dinsiz ve kafir” demeyi daha uygun bulmuşlardı.[5] Bunların yanında padişahın dini yönüne daha çok vurgu yapılmaya başlandı. Yavuz, Halife El Mütevekkil’i İstanbul’a yolladığında, Memluk sultanları gibi halifeyi koruma misyonunu yüklenmişti.[6] Ama Kanuni tahta çıktıktan sonra halifeyi serbest bıraktı, bu halifelik makamını Osmanlıların sahiplendiğini gösteriyordu. Hilafet hakkında alimlerin bilgilerine başvuran Kanuni, Osmanlı-Safevi rekabetinde hilafeti daha etkin kullanabilecekti.
16. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Sultanlarının tasvirleri, genellikle Hz. Adem’den başlayıp Hz. Muhammed ile devam eden, Osmanlıların silsilesini gösteren resimli dünya tarihleri çıkmıştı.[7] Bunların hepsi şüphesiz padişahın ilahi misyonunu gösteriyordu. Özellikle Ebussuud Efendi’nin padişahı dinin temsilcisi kılmakta büyük katkısı vardır. Bunun için kazaskerliğinden ölene kadar (1574) faaliyetlerine ve fetvalarına bakmak yeterli olur.[8] Ama bu misyonu bazıları fazla abartmış olacak ki Kanuni’nin mehdi olduğunu söyleyenler dahi çıktı.[9]
Osmanlı-Safevi rekabeti padişahın dini imgesini güçlendirirken diğer yandan Osmanlı-Habsburg rekabeti muzaffer ve emperyal padişah imgesini güçlendiriyordu. Kanuni, rakibi Şarlken’e karşı gösteriş yapmak ve ondan ne kadar büyük bir hükümdar olduğunu göstermek için 1532 yılında Alman Seferi için Venedik’ten bir taç[10] sipariş etmişti. Sadrazam İbrahim Paşa bunu 115.000 dukaya yaptırmıştı. Kanuni bu tacı, Habsburg elçisine ve Belgrad kalesine girerken sergiledi.[11]
Tacın Çizimi
Kanuni’nin Venedik Doçu Lando’ya gönderdiği Eylül 1539 tarihli mekupta, “Kimesnenin düşmanlığından ihtiyatım olmayup ve kimesnenin dostluğuna ihtiyacım yokdur”[12] yazması ve Fransuva’ya gönderiği ünlü mektubunda “Sen ki, Françe vilayetinin Kralı Françesko’sun… ” demesi cihanşümul devlet gibi hareket ettiğini gösteriyordu.
Bu siyasi rekabetler sonucunda oluşan padişah imgelerini Suraiya Faroqi “Muzaffer ve Dindar” olarak nitelendirir.[13] Kanuni’nin bu yarışta başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Zira Batı’da “Magnificent, Magnifique, Der practige, Grand Turc” gibi lakaplarla anılırken diğer yandan hilafetin klasik anlamına onun devrinde kavuştuğunu görüyoruz.
SÜLEYMAN DÖNEMİNİN ARDINDAN
Sultan Süleyman’ın ölümünün ardından kendisi hakkında yazılmış olanlar da farklı imgeler ortaya koymuştur. Bunlardan en ünlüsü ve adından daha çok bilineni “Kanuni” lakabıdır. Bu lakap esasında kendi döneminde değil, daha sonra bir Osmanlı tarihi yazmış olan Boğdan Prensi Dimitri Kantemir tarafından verilmiştir.[14] Daha sonra Türk tarihçiler tarafından kullanılarak şimdiki ününe kavuşmuştur.
Sultan Süleyman’ın tahta çıktığında yaptıkları, adil olacağının intibasını vermekteydi. Tahta çıktığında babasının Tebriz’den getirdiği sürgünlere özgürlüklerini iade etti; yasaklanan ipek ticaretini ve Osmanlı-İran arasındaki ticaret kervanlarının serbestçe işlerini yürütmelerine izin verdi, müsadere edilen malların iadesi sağlandı; hakkında şikayetler bulunan Gelibolu Sancak Beyi Kanlı Cafer’i idam etti ve zorbalık eden silahdarları cezalandırdı.[15] Bunlardan başka hazırlattığı kanunnameler, ceza hükümleri vs. onun adil yönü anlatılırken muasırı tarihçiler ve sonraki müellifler tarafından bolca anlatıldı.[16]
Kanuni dönemi kendinden sonra “Altın Çağ” olarak idealize edilmiştir. Bunu Katip Çelebi, Mustafa Ali, Ayn-ı Ali ve Koçi Bey’in eserlerinde de görmek mümkündür.[17] Hatta lll. Mehmed’in adaletnamesinde Kanuni dönemi örnek alınır, o zamana dönmek talep edilirdi.[18]
Yazan:
Mustafa DURSUNKAYA
Son Okuma:
Kasım BOLAT
KAYNAKÇA:
[1] Gaza hakkında detaylı bilgi için, Cemal Kafadar, “İki Cihan Aresinde”, Metis, İstanbul 2019, sf. 121-172; Cemal Kafadar, “Gaza maddesi”, İslam Ansiklopedisi
[2] Gülru Necipoğlu, “Topkapı Sarayı”, Çv. Ruşen Sezer, YKY, İstanbul 2017, sf. 13-15
[3] age sf. 19
[4] Ki bu etkinlikler elçilerin gözünü boyamak için eşsiz fırsatlar yaratıyordu. Bunların ne denli önemli olduğuna Cihan Yüksel Muslu Osmanlı-Memluk ilişkilerini araştırdığı kitabında değinmektedir. Cihan Yüksel Muslu, “Osmanlılar ve Memluklar”, Çv. Zeynep Rona, Kitap Yayınevi, İstanbul 2016, sf. 44-98
[5] Colin Imber, “Erken Osmanlı Tarihinde İdealler ve Meşruiyet, Kanuni ve Çağı”, Ed. Metin Kunt ve Christine Woodhead, sf. 186-188
[6] Yavuz’un Ayasofya’da bir törenle halifeliği aldı tezi gerçek değildir. Bkz: Feridun Emecen, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi”, İş Bankası, İstanbul 2017, sf. 227
[7] Suraıya Faroqi, “Osmanlılar Kültürel Tarih”, Çv. Çağdaş Sümer, Akılçelen Kitaplar, Ankara 2018, sf. 142
[8] Detaylı bilgi için, Colin Imber, sf. 191-95
[9] Suraıya Faroqi, “Osmanlılar Kültürel Tarih”, sf. 137
[10] Suraıya Faroqi bunun taçtan ziyade miğfer olduğunu söyler. Bkz. Faroqi, “Osmanlılar Kültürel Tarih”, sf. 135 vd.
[11] Taç hakkında Emrah Safa Gürkan, “Sultanın Casusları”, Kronik, İstanbul 2018, sf. 45-46
[12] Naklen, İdris Bostan, “Osmanlı Akdenizi”, Küre, İstanbul 2017, sf. 17
[13] Suraiya Faroqi, “Osmanlılar Kültürel Tarih”, Muzaffer ve Dindar kısmı
[14] Feridun Emecen, “Osmanlı Sultanları l”, İsam, İstanbul 2014, sf. 110
[15] Tayyip Gökbilgin, “Kanuni Sultan Süleyman”, Kronik, İstanbul 2019, sf. 18
[16] Kroniklerde yazanlar hakkında; Christine Woodhead, “Süleyman Üzerine Görüşler”, Ed. Metin Kunt ve Christine Woodhead, Kanuni ve Çağı, sf. 209-10
[17] Halil İnalcık, “Osmanlı Tarihinde Dönemler”, Doğubatı dergisi, sayı 51, sf.12; Feridun Emecen, “Osmanlı Klasik Çağında Hanedan, Devlet ve Toplum”, Timaş, İstanbul 2011, sf. 263-65
[18] Halil İnalcık, “Osmanlı Tarihinde Dönemler”, sf. 11
Ek Kaynakça:
“Erken Modern Osmanlılar”, Ed. Virgina H. Aksan ve Daniel Goffman, Timaş, İstanbul 2011.