16. Yüzyılda Dinin Siyasallaşması

0
2389

Osmanlılar 14. yüzyılın başında siyasî bir figür olarak ortaya çıktıktan sonra Batı ve Doğu’da birçok rakiple karşı karşıya gelmişti. Bu savaşlara genel itibariyle baktığımızda, Doğu’dan gelen, ırkdaş ve dindaş devletlerle verilen mücadelelerin diğerlerinde farklı bir çizgide seyir ettiğini görüyoruz. 1402 Ankara Savaşı’nda Osmanlı ordusunu mağlup eden Timur’un, I. Bayezid’i esir alması ve Osmanlı Devleti’ni çöküşün eşiğine getirmesi buna verilebilecek en mühim tarihi hadiselerden birisidir. Osmanlı-Timur mücadelesinde bizim konumuza ilham veren nokta, bu padişahların ardıllarının önem atfettiği nesep mücadelesidir. Yazıcızade Ali’nin yazdığı Tarih-i Ali Selçuk’ta (Oğuznâme’de) Osmanlı, egemenlik hakkı iddiası için nesep uyduruyordu[info desc=”Halil İnalcık bu iddiayı öne sürmektedir.”][/info].¹ Timurlar Cengiz Han’ın soyunu esas alırken buna karşılık Osmanlılar, Oğuz’u öne sürüyorlardı.

Bunun benzeri bir diğer mücadele ise bizim esas konumuzu ihtiva ediyor: 16. yüzyılın başında Şah İsmail’in Şiilik iddiasına karşı Osmanlıların Sünnilik iddiaları. Dini birer mesele olarak görülse bile bunlar; belirli gruplar üzerinde hakimiyet kurmak için 16. yüzyılın başında ciddi bir sorun haline gelen Osmanlı-Safevi mücadelesinin bir sonucuydu.

Anadolu’da Vaziyet ve Sünni Şii Rekabeti

Safeviler mezhepsel bir stratejiyle ortaya çıkmış ve Anadolu’yu kendilerine çekmişlerdi. Özellikle Osmanlı ile arası iyi olmayan konargöçer Türkmen beyleri Safevi saflarına geçiyorlardı. Tımar sisteminin getirdiği vergilendirme, sıkı kontrol ve baskıcı yönetim² Safevi tarafına meyletmelerine yol açıyordu. Bu saf değiştirmeleri örneklendirecek olursak; Sivas, Amasya, Tokat’tan Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Antalya’dan Tekelü, Karaman bölgesinden Turgutoğulları ve Varsaklar’dan müritler tarikata katılmışlardı.³ Osmanlı reayasının böylesine taraf değişikliği yapması, Osmanlı Devleti’nin ekonomik gücünü zayıflatıyordu.

1511 yılında çıkan Şah Kulu Baba Tekeli İsyanı ve onun ardından çıkan Nur Ali Halife İsyanı tehlikenin boyutlarını göstermesi bakımından mühim hadiselerdir. Vuku bulan isyanlar Şah İsmail’in yarattığı ortamdan kaynaklanıyordu. Ne kadar Şah Kulu ayaklanmasının İsmail’le doğrudan doğruya bir alakası olmasa dahi⁴ Nur Ali Halife’ye desteklerini sunan kişi Şah İsmail’dir. Üstelik bu son isyana Şehzade Ahmed’in oğlu Murad’ın katılması tehlikeyi iyice körüklemişti. Kızılbaşların telkinlerinin etkisinde kalan Şehzade Murad merasimle Kızılbaş olmuştu. Murad etrafındaki halifelere Kızılbaş olmalarını takrir etmiş, kabul etmeyenleri öldürmüş ve mallarını yağma etmişti. Babası Şehzade Ahmed’in sözlerine ehemmiyet vermeyip isyanı sürdürmüştü.⁵ O dönem şehzade olan Selim’in aldığı bir istihbarata göre Şah İsmail’in niyeti Rumlu Dev Ali’nin yardımıyla Anadolu’yu fethedip, Murad’ı Rum Beylerbeyliği makamına getirip kalan toprakları Kızılbaşlar arasında paylaştırmaktı.⁶

Şah İsmail’in 17. yüzyılda Floransalı bir ressam tarafından yapılmış portresi

Bu ortamı aydınlatması bakımından; Ali Bin Abdülkerim Halife’nin, Selim’in tahta çıkmasına müteakip verdiği rapor önemlidir. Kadı, naib ve subaşıların kamilen birer “cinsi sapık” olduğunu, seyyid olmayanların seyyidlik tasladığını, halkı doğru yöne yönlendirmekle muvazzaf kişilerin “azgın ve bozgun” olduğundan yakınan Halife, Sultan Bayezid’in padişahlığına karşı da sözlerini esirgemiyordu. Sultan’ın Anadolu’yla alakadar olmadığını; İstanbul ve Edirne’nin haricinde bir bölgenin padişahlığını yapmadığını dile getiriyordu.⁷ Ayrıca Şah İsmail’in yarattığı durumu ve oluşan dinsel çöküklüğü Sünni bir yorumcu olarak Selim’e aktarmıştır.

Yukarda kısaca değinmeye çalışılan ortama zemin hazırlayan kişi şüphesiz Şah İsmail’di. O sadece bir siyasî bir kişilik değil, dini bir liderdi. Şiiliğin propagandasını yapan İsmail birçok mürit toplamıştı. Dini temayülleri dolayısıyla Türkmenler üzerinde daha etkili olmuştu.⁸ Bu yüzden Osmanlılar duruma engel olmak amacıyla Şiiliğe karşı Sünniliği ön plana sürmüşlerdi.

Sultan Selim 24 Nisan 1512’de tahta çıktıktan sonra kardeşlerini bertaraf edip, Safevi sorunuyla ilgilenmeye başladı. Lakin Şii mezhebine mensup olsa da Müslüman bir devletin üzerine yürümek kolay olmayacaktı. Üstelik bu savaş “gaza” olarak nitelendirlemeyecek ⁹ olsa da Osmanlı, kılıfına uydurmuştu. Müslüman devletlerle yapılan savaşta hukuk tarafın meşru sebepleri olursa bu durumu cihat denebiliyordu. Nitekim Osmanlıların bu konuda ilk tecrübeleri değildi, daha önceki Osmanlı-Memluk arasında vuku bulan 1485-91 savaşlarında da aynısını yapmışlardı.[info desc=”Shaı Har-El,Ortadoğu’da Hakimiyet Mücadelesi: Osmanlı-Memluk Savaşı 1485-91, Çev. Gül Çağalı Güven, (İstanbul 2019) 28 vd.”][/info]

Selim tahta çıkmadan önce İsmail’in gittikçe artan şöhretini görüyordu. Babasının barışçı siyasetini terk eden Selim, Türkmen kalelerinden bir kısmını, Bayburt ve İspir’i zapt etti.[info desc=”Selahattin Tansel, Sultan II.Bayezid’in Siyasi Hayatı, (Ankara 2017) sf. 299.”][/info] Daha sonra Erzincan’ı işgale karar verip bunu suretle uygulaması Selim’in İsmail’le savaşma isteğini gösterir. Üstelik tahta çıktığında Şah İsmail’in tebrik için elçi göndermemesi seferin zahiri bahanelerinden biri olmuştu.¹⁰ Osmanlı uleması bu noktada Sultan Selim’e destek verdi.

Özellikle İbn Kemal’in risalesi ve Müfti Hamza’nın fetvası devrin Kızılbaşlar’a bakışını yansıtmaktadır:
“…ülemây-ı millet ve fudalây-ı ümmet küfr ü ilhad ve katl ü ifnâsına hükm idüb heme-i a’dây-ı din ü devletden bunun itfâ-i şirer-i şerâreti akdem idüğüne biesrihim fetâvây-ı sahiha virdilerdi,”¹¹ der.

Devrinin en büyük uleması sayılan Müfti Hamza ise:
“…Peygamberimizün aleyhi’s-selât ve’s-selam şeri’atini ve sünnetini ve din-i İslâm ve ilm-i dini ve Kur’an-ı Mübini istihfaf itdikleri ve dahi Allahu Taâlâ haram kılduğı günâhlara helâldür didükleri…”den bahseder. Devamındaysa Kuran’ı tahkirden, ulemaya ihanetten, mescitleri yıktıklarından ve reislerini (Şah İsmail) mabud yerine koyduklarından, Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Muhammed’in eşi Aişe’ye sövdüklerinden bahseder ve ekler:
“… zikr olınan tâife kâfirler ve mülhidlerdür ve dahi her kimse ki ânlara meyl idüp ol bâtıl dinlerine razı ve muâvin olalar, ânlar dahi kafirler ve mülhidlerdür, bunları kırub cemâatlerin dağıtmak vâcib ve farzdur…”¹² şeklinde fetvasını verir.

İbn Kemal’in daha geniş şekilde ele aldığı risalesinde Şah İsmail’in dinden çıktığını, doğacak çocuklarının veled-i zina olduğunu, erkek ve kadınlarının nikahlarının geçersiz, ülkelerinin “dârülharp”, savaş durumunda erkeklerinin katlinin vacip, çocuk ve kadınlarının köle olmasının uygun olduğunu aktarıyordu.¹³

Buradaki ifadeler Safeviler’in Müslüman olmadıklarını, ilhad olduklarını vurgulayarak Selim’in Doğu Seferi’ni meşru bir zemine oturtur, ehl-i küfre karşı savaş gibi telakki edilir. Selim sefere giderken eski gaza geleneğini canlandırır. Atalarının Avrupa’da gaza ederken yaptıkları gibi Şah İsmail’e bir name gönderir. 920 Safer tarihli namede Şah’ın Müslümanlığa uymayan hareketlerinden ve zulmünden bahsederek, yaptığı işler dolayısıyla onu İslamiyet’e davet eder ve atalarının ayak bastığı yerleri kendisine vermesini bildirir.¹⁴

Kanuni Dönemi

Kanuni dönemi Yavuz’un döneminden farklı değildi. Ne kadar tahta çıktığında Tebriz’den gelen sürgünlere özgürlüklerini iade edip, yasaklanan ipek ticaretini ve Osmanlı-İran arasındaki ticaret kervanlarının serbestçe işlerini yürütmelerine izin verse de¹⁵ Safeviler’e karşı tutum hiç değişmedi. Devrin en büyük alimi Ebussuud Efendi, Safeviler’e olan görüşü aynı sertlikle devam ettirdi.

Kanuni Sultan Süleyman’a ait bir minyatür 

Ertuğrul Düzdağ’ın fetvalarını yayınladığı Ebussuud, Kızılbaşlar’ın şer’an katlinin “gaza-i ekber” ve onlar tarafından öldürülenin ise “şehâdet-i ‘azime”¹⁶ olduğunu belirtir. Şahlarının Peygamber soyundan geldiği iddiasına “Haşa yoktur.”¹⁷ der. Ayrıca “Şi’adan değil, ‘yetmiş üç fırka ki, içinde ehl-i sünnet fırkasından gayrı nârdadır’ deyu hazreti Resul (sallallâhu aleyhi ve sellem) tasrih buyurmuşlardır, bu taife ol yetmiş üç fırkanın hâlis birinden değildir.”¹⁸ sözleriyle onları yetmiş üç halis fırkanın içinde olmadığını belirtmiştir.

Bunların yanında devamlı vurgulanan bir tema olarak şahlarını tanrı yerine koymaları söylenmiştir. Bilhassa Ebussuud “re’isleri olan fâcir mel’unûnu ma’bud yerine koyup ana secde eylemekte”¹⁹ olduklarını söylemiştir. Safeviler’in Hz. Ömer ve Ebu Bekir’e lanet okumaları ise yine eleştirilmiş, “hazret-i Âişe-i sıddıkanın (radiyallâhu anhâ) berâati hakkında bunca âyât-i azime nâzile olmuş iken, onlara itâle-i lisan” olunması Kuran’ı tekzib etmek olarak görülmüştür.

Kanuni Sultan Süleyman’ın uygulamaları adeta “Sünniliğin zaferini” yansıtıyordu. Hem Müslüman nüfus üstünde sıkı kontrol sağlamak hem de Sünni öğretiyi yaymak için 1537-38’de her köye cami yapılmasını emretti.²⁰ 1534-35’te Irakeyn savaşında Şiiler’in kutsal şehirlerinden birini, yani Bağdat’ı ele geçirdiğinde büyük Sünni alimi Ebu Hanife’nin mezarını mucizevi bir şekilde bulup, türbe yapılmasını emretti.²¹ Celalzade Mustafa’nın da belirttiği üzere, camilere, kitabelerine ve duvarlarına Ebubekir, Ömer ve Osman’ın adları yazılarak “Sünnileştirildi”.²²

Bu rekabetin sonucu aşırı Sünnileşmeyi getirdi. Eskiden heterodoks dini gruplarla iyi geçinen Osmanlılar Şiiliğin siyasi bir oluşum haline gelmesiyle Safeviler’i kökü kazınması gereken bir sorun haline getirdi.²³ Fakat bu durum sadece Safeviler’i değil, diğer tüm heterodoks sufi grupları etkiledi. Nitekim Kalenderi ve Melami gibi rafızi gruplara uygulanan sert politikaların altında Sünni-Şii rekabeti yatmaktadır.²⁴

Bu rekabetin genel seyrine bakıldığında olanların dini bir mücadele olmadığı aksine siyasi bir mücadele olduğu görülür. Yavuz Ercan’ın belirttiği gibi: “Gerçekte ne Safeviler için Şiilik ne de Osmanlılar için Sünnilik önemli değildi. Her iki devlet için de önemli olan güçlü olmak, varlığını sürdürmek ve bunun için de egemenlik alanını genişletmekti.”²⁵ Buna benzer bir fikri eserini 16. yüzyılda kaleme alan Salomon Schweigger de: “İran’a karşı düzenlenen seferin nedeni, Türklerin ve İranlıların eskiden beri birbirlerine karşı besledikleri kindir. İki devletin hükümdarları da, diğerinin gücünü ve itibarını kıskanır. Her biri diğerinden daha üstün olmak iddiasındadır ve aynı zamanda da ötekinin kendinden daha çok güç kazanmasından ve kendisini zorla egemenliği altına almasından korkar. Aslında ikisi de tek başına egemen olmak hevesindedir. Bilindiği gibi, güçlüler kendilerine bir başkasının rakip olmasına katlanamazlar. Birbirlerine karşı içlerinde taşıdıkları kötü niyetlerini gayet ustalıklı bir biçimde din sorunları arkasına gizlemeyi başarıyorlar ve uzun süreden beri devam eden anlaşmazlıklarının din konusundan kaynaklandığını öne sürüyorlar.”²⁶  şeklinde yorumunu beyan etmiştir.

Osmanlılar’ın Şiilere karşı tutumlarının değişmesinin sebebini ve Osmanlı’nın zamanla katı bir dini tutum içerisine girmesini açıklamak için Osmanlı-Safevi rekabetini incelemek gerekir. Osmanlı için Şiiler veya diğer hetorodoks gruplar bir rahatsızlık vermezken, bu tutumun neden 16. yüzyılda değiştiğini, Şiilerin siyasi bir oluşuma dönüşmesi ve Osmanlı’yı tehdit etmesi sonucu sert politikalar sergilediğini anlamamız kolaylaşır.

Osmanlıların Şiilere karşı tutumlarının değişmesinin sebebini ve Osmanlı’nın zamanla katı bir dini kimliğe bürünmesini ancak Osmanlı-Safevi rekabetiyle anlayabiliriz. Bu amansız ve 18. yüzyılın ortalarına kadar uzanan rekabetin ilk safhası birbirlerini dinsiz ilan eden taraflar ve kendi hükümdarlıklarının meşruluğunu ortaya koymak için verilen savaşlarla geçti. Devrin kaynaklarında yazılanlardan anlaşılan, bu savaşların dini bir sebepten dolayı olduğudur ama makalede gösterdiğimiz gibi esasen siyasî nedenlerden dolayı taraflar savaşmıştır. Bu rekabetin sonucu olarak Safeviler Osmanlıların gözünde “mülhid”, “kafir” olarak tasvir edilmiş; Sünnilik ise adeta devletin resmi bir öğretisi olarak yerini korumuştur.

Yazan:
Mustafa DURSUNKAYA

Düzelti:
Kutluhan YILDIZ


Notlar:

¹ Halil İnalcık, “Has-Bağçede ‘Ayş u Tarab: Nedimler Şairler Mutribler”, (İstanbul 2015) sf. 200- 202.
² Feridun M. Emecen, “Yavuz Sultan Selim”, (İstanbul, 2010) sf. 89.
³ Ebru Boyar, “Doğu’da Osmanlı Genişlemesi, Türkiye Tarihi Cilt II: Bir Dünya İmparatorluğu Olarak Osmanlı İmparatorluğu”, Haz. Suraiya Faroqhi ve Kate Fleet, Çev. Bülent Üçpunar, (İstanbul 2016) sf. 141.
⁴ Şahkulu Baba Tekeli, Feridun M. Emecen, DİA, (İstanbul 2010) sf. 285; Ebru Boyar, “Doğu’da Osmanlı Genişlemesi”, sf. 147.
⁵ M. Çağatay Uluçay, “Yavuz Sultan Selim Nasıl Padişah Oldu?”, Sancaktan Saraya Seçme Yazılar, Haz. M. Sabri Koz ve Haşim Şahin, (İstanbul 2012) sf. 78.
⁶ Ebru Boyar, “Doğu’da Osmanlı Genişlemesi”, sf. 148.
⁷ Aktaran Salahattin Tansel, “Yavuz Sultan Selim”, (Ankara 1969) sf. 20-22.
⁸ Feridun M. Emecen, “Yavuz Sultan Selim”, sf. 87.
⁹ Colin Imber, “Erken Osmanlı Tarihinde İdealler ve Meşruiyet, Kanuni ve Çağı”, Haz. Metin Kunt ve Christine Woodhead, Çev. Sermet Yalçın, (İstanbul 2015) 186.
¹⁰ Yavuz Ercan, “Yavuz Sultan Selim ve Dönemi, Türkler 9”, Haz. Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca, (Ankara 2014) sf. 427; Mustafa Cezar, “Mufassal Osmanlı Tarihi C. II”, (Ankara 2011) sf. 723; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Tarihi, C. II”, (Ankara 2011) sf. 259.
¹¹ Şehabeddin Tekindağ, “Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferleri”, Tarih Dergisi XVII/22, (1968) sf. 53.
¹² Aktaran a.g.e sf. 53-55; Salahattin Tansel, “Yavuz Sultan Selim”, sf. 35-36.
¹³ Aktaran Feridun Emecen, “Yavuz Sultan Selim”, sf 102.
¹⁴ Aktaran İ. Hakkı Uzuncarşılı, “Osmanlı Tarihi”, sf. 260.
¹⁵ Tayyip Gökbilgin, “Kanuni Sultan Süleyman”, (İstanbul 2019), sf. 18.
¹⁶ Mehmet Ertuğrul Düzdağ, “Seyhülislam Ebussuud Efendi’nin Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı”, (İstanbul 1972), no. 479.
¹⁷ A.g.e, no. 480.
¹⁸ aA.g.e, no. 481; değerlendirmeler için bkz: Pehlül Düzenli, “Şeyhülislam Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında Osmanlı Sünniliği”, Marife, Sayı 3, (2005), sf. 271-273.
¹⁹ M. Ertuğrul Düzdağ, “Şeyhülislam Ebussuud Efendi. no. 481”.
²⁰ Gilles Veinstein, “Dini Kurumlar, Politikalar ve Yaşamlar, Türkiye Tarihi Cilt II: Bir Dünya İmparatorluğu Olarak Osmanlı İmparatorluğu”, Haz. Suraiya Faroqhi ve Kate Fleet, Çev. Bülent Üçpunar, (İstanbul 2016) sf. 419.
²¹ A.g.e, sf. 419.
²² Celalzade Mustafa’nın görüşleri için bkz: Kaya Şahin, “Kanuni Devrinde İmparatorluk ve İkdidar: Celalzade Mustafa ve 16. Yüzyıl Osmanlı Dünyası”, Çev. Ahmet Tunç Şen, (İstanbul 2014) sf. 106-107.
²³ Suraiya Faroqhi, “Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya”, Çev. Ayşe Berktay, (İstanbul 2017) sf. 68.
²⁴ Ahmet Yaşar Ocak, “Osmanlı Sufiliğine Bakışlar”, (İstanbul 2011) sf. 100; Hamza Bali, İsmail Maşuki, Bünyamin Ayaşi, Pir Ali Aksarayi, Hüsameddin Ankaravi gibi Sufi liderler zendeka ve ilhad suçuyla yargılanmış ve bir kısmı idam edilmiştir. Ahmet Yaşar “Ocak, Türkiye Sosyal Tarihinde İslam’ın Macerası”, (İstanbul 2010) sf. 39.
²⁵ Yavuz Ercan, “Yavuz Sultan Selim ve Dönemi”, sf. 423.
²⁶ Salomon Schweigger, “Sultanlar Kentine Yolculuk, 1578-1581”, Haz. Heidi Stein, Çev. Türkis Noyan (İstanbul, 2004), sf. 80.