Kayzer Birinci Franz Joseph: Reich ve Kilise’nin Kutsal Bağı

21 Kasım 1916’da Avusturya Psikoposluğu’nun Kayzer I. Franz Joseph’in ölümü dolasıyla gönderdiği taziye, Katolik Kilisesi ile Habsburg Hanedanlığı arasındaki münasebeti kısaca ortaya koymaktadır. O dönem Viyana’da toplanan Piskoposluk Konferansı’na başkanlık eden Prag eski Kardinali Leo Skrebensky, tüm Piskoposluk adına Hanedanlıkla alakalarını “Habsburg Hanesi’yle Katolik Kilisesi, yüzyıllardır süregelen kutsal bağıyla birbirine bağlıdır“ ifadesiyle izah etmiştir.

Tıpkı, Graz Kilisesi’nin tarihçisi Michaela Sohn-Krohthaler’in, Franz Joseph’in ölümünün 100. yılı münasebetiyle Kathpress’te açıkladığı gibi; Piskoposluk’un vefat konuşmasında, 86 yaşında hayata gözlerini yuman hükümdarın dindarlığı “idealize edilerek” tasvir edilmişti. Her Pazar günü takdis ettikleri Evharist Âyini’nde [1] tevazuyla diz çöküp dua eden Kayzer, şevkle yaptığı ibadetle imanlılar için doğrudan bir örnek teşkil ediyordu.

Kayzer, yüce imparatorluğundaki neredeyse tüm piskopos ve rahipleri atama mesuliyetini taşıdığından, gösterdiği sadakat duygusu şaşırtıcı değil. Kayzer, Katolik Kilisesi’ni siyaseten nüfuzlu bir destekçi olarak görmekteydi. Halihazırda Franz Joseph, Tuna Monarşisi’yle [2] Papalık arasında yapılacak anlaşma [3] için müzakereye, güvendiği bir din adamını, gençlik yıllarında felsefe hocalığını yapmış, önce Seckau’da ardından Viyana’da başpiskosluk görevine atanmış Othmar von Rauscher’i tevdi etmişti.

Bu anlaşma, 1855 senesinde Kayzer’in doğum gününde imzalanmış ve Avusturya’da Josephinizm Çağı’nı kapatmıştı: Kilise; evlilik hukuku, okullar ve ruhban sınıfı için aldığı tavizler gibi pek çok ayrıcalık kazanmıştı. 1860’ların sonundaki liberal yasalarla bu anlaşmanın altı oyulup 1870’de Avusturya tarafından tek taraflı feshedildiğinde, Avusturyalı piskoposların buna karşı direnişi Kardinal Rauscher’in nüfuzu altında sınırlı kaldı.

Harp Zamanı Dahi Mutlak Surette Sadakat

Birinci Dünya Harbi’nin patlak vermesi dahi İmparatorluk ve Kilise arasındaki sıkı ilişkiyi sarsamadı. Sohn-Kronthaler, “Bugünkü Avusturya toprakları içinde kalan piskoposluk alanındaki piskoposlar, harbin sonuna dek hanedanı kayıtsız şartsız desteklemişti“ diye açıklamakta. Viyana Başpiskoposu Friedrich Gustav Piffl, Sırbistan’a savaş ilan edildiği gün “İmparatorluk Manifestosu“nu yayınlayıp buna: “Sulhperver İmparatorumuzun düşmanlarının onu ilan etmeye zorlandığı bu savaşın, haklılık ve gerekliliğine aramızda kuşkusu olan var mı?“ yazan bildirisini ekledi. 1917 Aralık ayında halen daha Linz Piskoposu Gföllner, bildirgesinde “Daha önce neredeysek, şimdi de orada durmak istiyoruz. Habsburgların sadık evlatları, siyah – sarı imparatorluk bayrağının taşıyıcıları, muzaffer çift başlı kartala [4] güvenenler…” diyerek, iman edenleri Hanedana duydukları sadakati sürdürmeye teşvik etmiştir

Piskoposluk ve Habsburglar arasındaki ilişki ritüel ve seramonilerde de kendini göstermiştir. Ayinlerde edilen dualarda Kayzer’in ismi de zikredilmiştir. Franz Joseph, piskoposları Viyana’da huzuruna kabul etmiştir. Böylece sarayda doğum günü, yıl dönümleri veya evlilikler gibi hususi hadiselerde yazıya alınan metinlerde kilisenin daimi sadakatini ve sarsılmaz bağlılığını güvenceye almıştı.

Sohn-Kronthaler’e göre Franz Joseph’in – gösterişli Katolik Yortusu‘nda olduğu gibi – kilise takviminin önemli dini günlerinde takındığı dindar tutum, “Kayzer’in Katolikliğe adanmış harikulade bir kitle gösterisiydi“. Kutsal Perşembe’de Kayzer’in, Aziz Stefan Katedrali’nde İsa Mesih rolünde aldığı “ayak yıkama töreni“ de dikkate değerdir: Franz Joseph seçilmiş on iki fakir ve yaşlı kimsenin ayaklarını yıkayıp, onlara hediyeler dağıtıyordu.

Bağnaz Bir Ortamda Yetişmek

Franz Joseph’in şahsi hayatındaki dindarlığına, Viyanalı kilise tarihçisi Rupert Klieber’in Kathpress’e belirttiği gibi farklı açılardan bakılmalıdır. Daha 18 yaşında taç giyen Kayzer, tutucu bir aile ortamında yetişmişti; teoloji profesörü Othmar Rauscher’in yanı sıra Habsburg Sarayı’nda nüfuzlu daha pek çok din adamı vardı. “Hayatı boyunca yaşadıkları Franz Joseph’te samimi bir dinî vazife bilinci oluşturdu, kilise kurallarına ve mensuplarına içten bir saygı gösterdi”. Tahtta kaldığı müddetçe şahsi hayatında yaşadığı şüphe götürmez en büyük trajedi olan oğlu ve veliahtı Rudolf’un intiharının üstesinden, bu trajedinin vuku bulduğu Mayerling’de bir manastır yaptırarak geldi.

Franz Joseph tahtta kaldığı müddetçe resmi görevlerinde olduğu gibi dindarlıkta da sağduyulu olup; fanatizme, bağnazlığa veya ideolojiye kaymadan kaldı“, diyor Klieber. “Abartılı coşku veya tümüyle bağnazlığı reddetti“. Hiçbir zaman ne Veliaht Franz Ferdinand gibi dünya görüşü olarak Katolikliği benimseyen Katolik okul vakıflarını destekledi ne de yaklaşık yüzyıl sonra aziz ilan edilerek ödüllendirilen halefi Karl gibi katı kilise kurallarına sıkı sıkıya uymasıyla tanındı. Franz Joseph, çağının ultramontan [5] Katolisizmine de, popülist – antisemitist toplumcu- Hıristiyan harekete de mesafeli durdu: “Viyana Belediye Başkanı Karl Lueger’i [6] onaylamayı başta defaatle reddetmişti.“

Bağnaz Değil, Dindardı

Klieber, Kayzer’in dine olan tutumunu “din insanın hayırperver, sadık ve vazifeşinas olmasını sağlamalı, insanları birbirine karşı kışkırtmamalı“ şeklinde tasvir etmekte. çok milletli bir devlet olmakla kalmayıp üstüne çok dinli bir İmparatorluk olan Tuna Monarşisi’nde bu tutumun kıymeti görülüyordu. Halkın yalnızca üçte ikisi Katolikti, yüzde yirmisi Ortodoks Kilisesi’ne bağlıydı, onda biri Protestandı; yüzde beşi Yahudi olarak biliniyordu ve yüzde birden fazla da Müslüman bulunmaktaydı.

Viyanalı Kilise tarihçisi, “Monarşi, diğer süper güçlere nazaran – din kartına daha sıkı bel bağlamıştı”, diyor. 1860’ların liberal yasalarıyla bilhassa Yahudilik ve Protestanlık olmak üzere gayrikatolik inançların kıymeti arttı. Kayzer şehir gezilerinde mahalli dini gruplara büyük alaka gösterirdi; okul ve kilise inşasına cömert yardımlar yapardı. Buna karşılık olarak devlet din adamlarından sadakat, tavizkar bir tutum ve toplumun belirli çıkarları doğrultusunda kamu yararına olan işleri desteklemelerini beklerdi. Sondan bir önceki Habsburg Hükümdarı, I. Franz Joseph’in 1916’daki ölümüyle dini aidiyet zihniyeti de dahil İmparatorluğa aidiyet zihniyeti, ulusal sınırların çekilmesiyle zarar gördü.

Almanca Aslından Çeviren:
Mehmet Ali BİLGE
Almanca Aslından Düzelti ve Eklemeler:
Bartu ŞİMŞEK

Kaynak:


https://www.erzdioezese-wien.at/site/home/nachrichten/article/53657.html

Notlar:


[1] Efkaristiya, Evharistiya veya Komünyon; Hristiyanlıkta İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki gece havarileri ile yediği Son Akşam Yemeği’de “ekmeği bedeni şarabı da kanı olarak” sunmasının anıldığı ayin. Bu ayinle Hıristyanlar İsa’nın bedeni ve kanıyla ruhlarını beslerler. Ayinin diğer isimleri Missa Ayini veya Rabbin Sofrası olarak da bilinir.

[2] Donaumonarchie: İki başkentinin de (Viyana ve Budapeşte) içinden Tuna Nehri’nin geçmesi sebebiyle Avusturya – Macaristan İmparatorluğu Donaumonarchie adıyla anılırdı.

[3] Konkordat: Vatikan ile devletler arasındaki anlaşma.

[4] Doppeladler: Avusturya’nın sembolü olan çift başlı kartal.

[5] Ultramontanism: Bilhassa 19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başında Almanca konuşulan ülkeler başta olmak üzere Avrupa’daki Katolik Kilisesi ve Papa’nın siyasetteki etkisinin artmasını isteyen reaksiyoner siyasi hareket. Avusturya’da liberallerin ve daha sonra ilk Avusturya Nasyonal Sosyalistlerinden olan Schöner’in hırçın saldırılarına maruz kalmışlardı. Almanya’da da Kultukampf (Kültür Savaşı) adıyla yürütülen anti-katolik reformlar esnasında Bismarck’ı karşılarında bulmuşlardı. Bunlarda en önemli figür olaraksa Papa Pius IX. ön plana çıkar.

[6] Karl Lueger, Viyana’nın antisemitist fikirleriyle Hitler’in de takdirini kazanan Belediye Başkanı. Franz Joseph, antisemitist hareketi mantıksız buluyordu ve Viyana Belediye Başkanı ile iyi geçindiği söylenemezdi.

 

Ek kategorileri keşfedin:

Diğer Yazılara Göz Atın